top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıDilek Altunay

Eve dönüş..


Her zaman tuhaf bir çocuk olmuştu. Arkadaşları sokakta oynarken o, ağaçlara sarılır, yaralı kedi köpekleri eve taşır, gökyüzüne mektup yazardı. Arasıra katıldığı oyunlarda da ne zaman bir haksızlık yapıldığını görse olanca gücüyle buna itiraz eder, ağlaya ağlaya böyle olmaması gerektiğini anlatmaya çalışırdı. Neden böyle davrandığını öğrenmesine daha çok vardı...

Şiddet uygulanan bir ailede varolduğunu kavradığında 5 yaşındaydı. Öfkeli bir baba, aşırı korumacı ama kurban rolünde bir anne, ve tüm bu karmaşanın ortasında kalmış küçük kız kardeş olarak büyümeye başladı. Esas sebebin ne olduğunu hiç bir zaman anlayamadığı bir çok sebepten dolayı dayak yedi. Tıpkı annesi ve diğer kardeşleri gibi. Her seferinde kendini daha fazla SUÇLU hissetti. Babasının ne zaman neye sinirleneceği hiç bir zaman belli olmadığı için, giderek daha fazla susmaya, isteklerini dile getirememeye ve sadece ‘üzerine düşeni yapmaya’ başladı. Hissettiklerinin kendine ait olmadığını görmesine daha çok vardı....

Evdeki huzursuzluk onu giderek daha fazla kendi dünyasına itmeye başladı. Kendine gizli, güvenli ve huzurlu bir dünya yarattı kafasının içinde, orayı kitaplarla süsledi. Giderek daha fazla kitap okumaya başladı. Aslında sadece kaçmak için sarıldığı derslerinde her zaman çok başarılı oldu. Takdir belgesi alabilmek için sabahlara kadar çalışıp, sinir krizleri geçirdi. Lise son sınıfa geldiğinde ona okulu birincilikle bitirdiğini söylediler. Bu durumun, üniversite sınavında sağlayacağı avantaj dışında bir anlamı olmadığını düşündü ve mezuniyet törenine gitmedi....Tüm bu ‘takdir’çabasının altında yatan sebebi görmesine daha vardı....

Korku ve manüpülasyonla,bi tuhaf, geçen ergenlik döneminde ‘en iyi’ sayılabilecek üniversitelerden birinin ‘en iyi’ sayılabilecek bölümlerinden birine girdi. Aile içindeki –huzursuz- ortam devam etti. Fiziksel ve duygusal şiddetin boyutları arttı ve içten içe hissettiği suçluluk duygusu hiç kesilmedi. Ama artık bir şeyler değişmeye başlamıştı. Eskiden odasının kapısını kapatıp kitaplarına sığınırken, şimdi kitaplarını çantasına alıp arkadaşlarına sığınmaya ve sigara içmeye başladı. Artık ders çalışmayı bıraktı ve üniversiteden orta dereceyle mezun oldu.




Mezun olduktan 1 ay sonra şehir değiştirmeye karar verdi, arkasındaki tüm desteksizlikle başka bir şehirde yepyeni bir hayata başladı. Her zaman onu koruyan melekleri olduğuna inandığı şansı bu sefer de yolunda gitti. İş hayatına adım attığı günden itibaren hızlıca yükselmeye başladı. Yirmili yaşlarının başında, kırklı yaşların kariyerine gelip, kendisine 3 beden büyük gelen döpiyesler giymeye, ‘büyük iş adamları’ ile görüşmeler yapmaya, milyon dolarlık portföyleri yönetmeye başladı. Ailesi ve çevresi tarafından belki de ilk kez alkış tutulan bu yeni kariyerin, aslında kendi hayalleri olmadığını anlamasına az kalmıştı....

30 ‘lu yaşlarının başında bir gün, televizyonda öğlen haberlerinin ardından ekonomi raporunu sundu, çevresindeki insanların, gözleri dönmüş bir şekilde al, sat diye bağırdıkları yeşil bir salonunun ortasında, istediği hayatın bu olmadığına karar verdi. Bu, o zamana kadar kendisi için verdiği ilk karardı.

İstifasını verdiği 8 katlı plazanın 8 katını belki de hayatında ilk kez çocuk olarak zıplaya zıplaya indi ve kendisini kocaman bir boşluğa attı... Elbette ki bu davranışı desteklenmedi, eleştirildi, hemen yeni bir iş bulmaya, onu –içine düştüğü bu bataktan – kurtarmaya çalışmalar başladı...Herkes ne istediğini sormaya başladı, oysa şu an tek bildiği ne istemediğiydi....

Böylece arayış başladı....Farklı yerler, farklı insanlar, farklı evlerde hep ‘o şey’i aradı...ne olduğunu bilmediği ama bulursa anlayacağından emin olduğu ‘o şey’i ....Her zaman aşık olduğu tiyatroya döndü. Sahnede başka bir insan olmak gerçek hayatta kendi olmaktan daha kolay geliyordu belki de...Kendi olmak ne demek hiç düşünmemişti. Dünyanın başka ülkelerine, kendi ülkesinin elektriğin bile olmadığı köylerine gitti, çocuklara sarıldı..... Yüzlerce çocuğa.... Aradığı şeyin sadece kendi çocukluğunda olduğunu henüz bilmiyordu...



Kendi olmanın şerbeti bir kez diline değdikten sonra bu kez daha tutkuyla devam etti arayışına. Her zaman dostu olan kitapları bu kez onu, aynı arayışlardaki başka insanlarla buluşturdu..Yunus Emre ile, Rumi ve Şems ile, Osho’yla, Krishnamurti ile, Mooji ile, Alan Watts ile tanıştı. Okuduğu her satırda, her cümlede, her kelimede evine biraz daha yaklaştığını hissetti. Doğup büyüdüğü değil, sonsuz varlığının, ruhunun ait olduğu, gelinen ve dönülecek tek yer olan esas ikamet yeriyle...Meditasyon ve Yoga ile tanıştığında içinde ilk kez yükselen ‘ait olma’ duygusundan panikledi, korktu ve ağlamaya başladı. Kendisine güvenle açılan bu temiz alanda bir güzel ağladı...Günlerce, saatlerce, katıldığı her çalışmada doya doya ağladı, doya doya güldü.... Gözyaşları ve kahkahaları yüzünden süzüldükçe içindeki suçluluk duyan, haksızlıklara uğrayan, hep aynı acıları çeken aynı küçük kurban çocuğu yıkadı, kırkladı...

Kırklı yaşlarına yaklaştığı sırada bir gün, katıldığı bir çalışmada, karşısına ilk kez kendi çocukluğunu almasını söylediler. Onu hiç tanımayan, bambaşka bir kişinin bedeninde, kendi çocukluğunun gözlerinin tam içine baktı. Durup, uzun uzun bakmasını söylediler. Artık bir yetişkin olan bedeniyle, kendi çocukluğunun gözlerinin tam içine baktı ve yıllarca aradığı şeyin orada olduğunu gördü..Küçük bir çocukken, aslında yapması gereken hiç bir şey olmadığını, sadece ve sadece bir çocuk olduğunu anladı ilk kez...

Yıllarca en derininde taşıdığı bu suçluluk duygusunun ve haksızlıklara gelemeyen tarafının kendisine ait olmadığını, annesi dahil aslında kimseyi kurtaramayacağını, babasının öfkesinin sebebinin kendisinin yaptığı ya da yapmadığı herhangi bir şeyle ilgisi olmadığını, takdir edilmek , sevilmek ve değer görmek için hiç bir şey yapması gerekmediğini, ARTIK ÇABALAMAYI BIRAKABİLECEĞİNİ, sadece olduğu gibi, tam ve mükemmel olduğunu, aşık olduğu her adamda aslında babasının sevgi ve şefkatini aradığını, yaşadığı her olayın onu şu an ki kendisine hazırlayan hediyeler olduğunu farketti....Bu, artık yepyeni bir anlayış, yepyeni bir bakış açısıydı ve bu açıyla her şey daha anlamlı daha net daha berrak gelmeye başlamıştı gözüne....Yaşadığı acıların, maruz kaldığı şiddetin, çabalamayla geçen ve bir yere varamadığını hissettiği onca şeyin arkasında yatan binlerce sebebi gördü ilk kez.... Atalarının kaderlerini görüp onların önünde saygıyla eğildi, onu şu an ki kendisine hazırlayan her sebebe teşekkür etti. İlahi bir ritüelin parçasıydı artık, önce çocukluğuna döndü, ona sımsıkı sarılıp bundan sonraki hayatını hafifletecek şu sözleri söyledi ;

‘ Seni görüyorum, seni hiç bırakmadım, senin yanındayım. Artık çabalaman gerekmiyor, artık kimse sana zarar veremeyecek, seni ilgisiz, sevgisiz ve yalnız bırakamayacak, ben yanındayım. BİZ ARTIK BÜYÜDÜK! BİZ BAŞARDIK!’

Sonra anne ve babasına döndü;

‘ Anne, sen benim için en doğru annesin, ben de senin için en doğru evladım. Baba; sen benim için en doğru babasın, ben de senin için en doğru evladım. Sizin aranızda olanlar benim meselem değil. Kaderlerinizi görüyorum ve saygı duyuyorum. Bana hayat verdiğiniz için teşekkür ederim. Şimdi bu hayatla güzel bir şeyler yapacağım!’

Sonra tüm bu olanlara arkasına döndü.Karşısında hayat vardı.. Bir nehir gibi, sürekli akan, değişen, belirsizliklerle ama mucizelerle dolu bir nehir gibi...Yürüdü ve kendisini yumuşakça bu nehire bıraktı.....

37 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page